AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Toplantımız devam ederken genel merkezde basın toplantısı düzenledi.
Marmaris'te ve Bingöl'de çıkan orman yangınlarını yakından takip ettiklerini belirten Çelik, Muğla'nın Marmaris ilçesinde orman yangınını söndürme çalışmaları sırasında hayatını kaybeden orman işçisi Görkem Hasdemir'e Allah'tan rahmet diledi.
Çelik, Diyarbakır annelerinin vicdan nöbetinin 665'inci gününe girdiğini anımsatarak, "Anneler, evlatlarına kavuşmaya devam ediyor. Hepsine buradan bir kere daha sevgilerimizi, saygılarımızı, yüreğimizin onlarla olduğunu, her türlü desteğimizin onlarla olduğunu ifade ediyoruz." diye konuştu.
Marmara Denizi'ndeki müsilaj gündemini yakından takip ettiklerini vurgulayan Çelik, 20. gününde 425 bölgede çalışmaların devam ettiğini, 7 bin metreküpten fazla müsilajın Marmara'dan temizlendiğini söyledi.
Çelik, müsilaj denetimlerine ilişkin, "Bu çerçevede 6 bin 738 denetim, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız tarafından gerçekleştirilmiştir. Yapılan denetimler sonucunda kurallara uymayan 26 işletmeye faaliyetten men cezası verilmiştir. 14 milyon lira civarında da para cezası uygulanmıştır. Marmara Denizi için ortaya çıkan bu tablo hepimiz için üzüntü ve kaygı vericidir. Sayın Cumhurbaşkanımız konuyu yakından takip etmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımıza da verdiği talimatlar, Bakanlığımız tarafından titizlikle uygulanmaktadır. İnşallah Marmara Denizi'ni en kısa zamanda bu büyük felaketten kurtaracağız, bu müsilaj belasından kurtaracağız." şeklinde konuştu.
"Büyük bir vatanseverlik örneği gösteriyorlar"
İçişleri Bakanlığının Kovid-19'la mücadelede 1 Temmuz'da başlayacak kademeli normalleşmenin 3'üncü etabına ilişkin yayımlandığı genelgeye yönelik Çelik, şu görüşleri paylaştı:
"Bu çerçevede normalleşmenin hızlanması ama hızlandıktan sonra da kalıcı olması için aşı programının güçlü bir şekilde uygulanması... Bütün sağlık çalışanlarımız büyük bir seferberlik içerisinde, neredeyse günde 1 milyondan fazla vatandaşımızı aşılayacak bir kapasite ortaya koyuyorlar. Bütün sağlık çalışanlarımıza buradan bir kere daha teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu fedakarlıklarının hiçbir şekilde ödenmesi mümkün değildir. Büyük bir vatanseverlik örneği gösteriyorlar, insanüstü bir çabayla en ücra yerdeki vatandaşlarımıza ve yaşlı insanlarımıza giderek bu faaliyeti gerçekleştiriyorlar.
Aşı yaşı artık 18 yaş sınırına indi. Tabii biz siyasiler söylemiyoruz bunu, Sağlık Bakanımız da bunu kendiliğinden bir siyasi olarak söylemiyor, Bilim Kurulunun tavsiyelerine uyuyoruz. Hem Türkiye'deki bilim adamlarının hem dünyadaki bilim adamlarının tavsiyesi bu aşılamanın, aşının hayata geçmesinin, herkesin aşılanmasının pandemi ile mücadele için olmazsa olmaz bir koşul olduğudur. O sebeple bütün vatandaşlarımızın gerçekten normale dönmek için aldıkları aşı randevularına titizlikle riayet etmeleri ve sağlıklarını bu şekilde korumaları son derece önemlidir."
Çelik, Türkiye'nin pandemi ile mücadele eden ülkeler içerisinde gerek vatandaşlarının sağlığını korumak gerekse pandeminin siyasal ve ekonomik etkilerini küçültme, yönetilebilir halde tutma konusundaki pozitif ayrışmasını sürdürmeye devam edeceğini söyledi.
Yerli aşı çalışmalarına ilişkin Çelik, "Yerli aşı inşallah hayata geçtiği zaman bu, Cumhurbaşkanımızın dediği gibi bunu hem milletimiz için hem tüm insanlık için bir müjde olarak ortaya koyacağız. Hiçbir şekilde bu, herhangi bir yerden esirgenmeyecek. Aşı konusunda asabiyet üretenlere, ırkçılık üretenlere karşı Türkiye, burada bir vicdan devleti olduğunu, bir vicdan ülkesi olduğunu, bütün insanlığın vicdanına hitap eden bir ülke olduğunu bir kere daha gösterecek." diye konuştu.
"Güçlü bir şekilde takip ediyoruz"
Çelik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katıldığı NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'nin yankılarının devam ettiğini anımsatarak, şunları kaydetti:
"Orada Cumhurbaşkanımızın yaptığı görüşmeler neticesinde ortaya çıkan sonuçları güçlü bir şekilde takip ediyoruz. Partimizde de ilgili birimlerimiz takip ediyor. Biliyorsunuz orada Alman Şansölyesi Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İngiliz Başbakanı Johnson, Yunan Başbakanı Miçotakis ve Amerikan Başkanı Biden başta olmak üzere önemli görüşmeler gerçekleştirdi Cumhurbaşkanımız. Burada tabii verilen mesajların merkezini NATO zirvesi olduğu için özellikle Türkiye'nin NATO güvenlik konseptine dönük beklentileri ve bu vizyona dönük değerlendirmeleri oluşturdu.
Cumhurbaşkanımız NATO güvenlik konseptine dönük değerlendirmelerini ve Türkiye'nin vizyonunu kapsamlı bir şekilde paylaştı. Tabii Türkiye'nin Suriye'de, Libya'da ve Doğu Akdeniz'de yürüttüğü faaliyetler var. Aynı şekilde Karabağ'ın kurtarılmasında Türkiye'nin verdiği destek söz konusu. Bununla ilgili olarak kendisine sorulan sorulara da Cumhurbaşkanımız muhataplarıyla görüşmelerinde ayrıntılı bir şekilde cevap verdi."
Türkiye ve Yunanistan arasında 1988'de imzalanan Atina Mutabakatı'na göre turizm sezonunun yoğun olduğu 15 Haziran ile 15 Eylül arasında Ege'de herhangi bir askeri aktivite yapılmaması gerektiğini belirten Çelik, buna rağmen Yunanistan'ın mutabakata uymayarak Ege'de belirli bir alanı askeri eğitim sahası ilan ettiğini söyledi.
Yunanistan'ın ortaya koyduğu bu yaklaşımın hem Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinde ortaya koyduğu yaklaşıma hem de Atina Mutabakatı'na aykırı olduğunu vurgulayan Çelik, şöyle konuştu:
"Türkiye, bu mutabakata uyarak herhangi bir askeri aktivite planlamamıştır ama Yunanistan'ın bu gerginlik politikasını sürdürme eğilimi neticesinde ortaya çıkan bu tablo karşısında Türkiye de navtex ilan etmiştir. Burada herkesin görmesi gereken şey şudur; ortada bir mutabakat var, bu mutabakatın yanı sıra Cumhurbaşkanımız ile Yunanistan Başbakanı Miçotakis arasında Atina'da gerçekleşmiş bir görüşme var. Bu görüşmenin neticesinde sorunların çözümüne odaklı bir yaklaşımın ortaya konulması ifade edilmiş ama hemen arkasında Yunanistan tutuyor, Atina Mutabakatı'nın hükümlerine karşı çıkarak, asgari eğitim sahası ilan ediyor. Bunun karşısında Türkiye'nin navtex ilan etmekten başka çaresi yoktur. Bütün dünyanın görmesi gereken şey şudur, gerginlikler Yunanistan'dan kaynaklanmaktadır. AB liderleri, Sayın Cumhurbaşkanımız ile konuştuklarında Ege ve Akdeniz'de gerginliklerin azaltılmasından bahsediyor. Cumhurbaşkanımız da onlara bu sözleri Yunanistan'a söylemeleri gerektiğini hatırlatıyor. AB içerisinde bir ülkenin bütün bir AB politikasını kendi peşinden sürüklemesi gibi yanlış bir tabloyla karşı karşıyayız."
"Türkiye, diyalog için üzerine düşeni fazlasıyla ortaya koydu"
Önceki günlerde AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinin düzenlendiğini ve zirvenin ardından bir bildiri yayımlandığını anımsatan Çelik, şunları kaydetti:
"Burada Türkiye ile Doğu Akdeniz'de iş birliği yapmanın önemi, Türkiye ile iş birliğinin çıkarlarına olduğuna dair vurgular var. Bu vurgular ilk başta olumlu gibi gözükse de raporun diğer kısımları dikkate alındığında yeterince olumlu bir tablo ortaya çıkartmıyor. Özellikle Türkiye başlığı altında kabul edilen kararların ve ortaya konulan yaklaşımı son derece yetersiz bulduğumuzu ifade etmek isterim. Türkiye, Cumhurbaşkanımızın temaslarıyla da görüldüğü gibi bir diyalog başlatılması, olumlu aşamada ilerlenmesi için üzerine düşeni fazlasıyla ortaya koydu. Ancak AB, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi gibi olumlu bir gündemi hayata geçirme konusunda bu belgede bir irade ortaya koymadı. Esasında söylenen şey çok nettir. Eğer olumlu bir ajanda ortaya koyacaksak, bunun her iki taraf için de kazan kazan formülünü ortaya çıkaracak maddelerinin en başında Gümrük Birliği'nin güncellenmesi gelmektedir. Aynı şekilde, 18 Mart Mutabakatının güncellenmesi var, vize meselesi var. Ekonomik açıdan bakıldığında, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi konusunda iki taraf hazır. Ama burada bile somut bir karar alınamadığını görüyoruz. Bu konuda somut karar almayı erteleyen bir tablo var. Bunun içerisinde bazı ülkeleri oyalama taktiği var, bazı ülkelerin samimiyetine karşın irade eksikliği var. Bir iki tane çok iyi bildiğimiz üye ülke de AB üyeliğini istismar ederek, Türkiye'yi ikili meselelerde bu şekilde tavize zorlayabileceklerini zannediyorlar. Bu baştan aşağı yanlış ve AB'yi son derece dar bir alana sıkıştıran bir yaklaşım."
"Türkiye'nin bu yükü çekmesinin de bir sınırı var"
Çelik, AB'nin ilk defa tarihinde hiçbir şekilde vizyon üretemeyen, krizi fırsata çeviremeyen bir köşeye kendisini hapsetmiş durumda kaldığını belirterek, şu ifadeleri kullandı:
"Bildiride, Türkiye'nin adaylık statüsüne atıfta bulunulmaması da bu vizyon eksikliğinin bir tanesi. Türkiye'nin adaylık meselesine atıfta bulunmuyorlar ama hukukun üstünlüğü ve temel haklar alanlarında diyalog öneriyorlar. Biz de onlara diyoruz ki; bu konularda bir diyalog öneriyorsanız, diyalog mekanizması bellidir. Türkiye, bu konularından kaçmıyor. Bunu yolu şudur; bu alanları içeren 23. ve 24. fasılları açarsınız. Bunları açtığınızda zaten diyalog mekanizması hayata geçmiş olur. 23. ve 24. fasılları açmadan bu konularda diyalog üretelim demek, aslında hukukun üstünlüğü ve temel haklar konularını tartışmak yerine, bahane olarak kullanmak anlamına geliyor. Fasıllar diyalog için var. Siz, fasılları açmak için bile şart koşarsanız kendi koyduğunuz prensipleri maalesef çiğnemiş olursunuz. Türkiye, 'Temel hakları konuşmayalım, hukukun üstünlüğünü konuşmayalım, onları erteleyelim' demiyor. Tam tersine 'Gelin bunları hemen konuşalım' diyor. O zaman 23. ve 24. fasılları açarsınız, bunlar rahatlıkla konuşulabilir."
AB'nin Türkiye için yeni bir mali yardım paketi önerdiğini de belirten Çelik, "Şunu unutmamaları gerekir, Türkiye ile AB arasındaki göç meselesi sadece mali yardım meselesine indirgenemez. Bu bir vizyonsuzluk olarak ortaya çıkar, uzun vadede de sürdürülebilir bir durum değildir, bu vahim bir hatadır. Zaten, yeni mali yardım paketini Türkiye'ye vermiş olmuyorsunuz, Suriyeli sığınmacılar için veriyorsunuz. Böylece, Avrupa'yı göçten ve göçün olumsuz etkilerinden korumuş oluyorsunuz. Doğrudan kendinizi ilgilendiren bir konuda bile bu kadar geç karar almanız ve bu kadar düşük limitli bir vizyonla hareket etmeniz son derece yanlıştır, vahim bir hatadır. Türkiye bu yükü çekiyor ama Türkiye'nin bu yükü çekmesinin de bir sınırı var. Dolayısıyla yakın iş birliğinin belirlenmesi sadece mali meselelere indirgenmemelidir, daha geniş bir çerçeveden bakılmalıdır." dedi.
"AB, Kıbrıs adasındaki gerçekleri görmemiştir"
AB zirvesinde, Kıbrıs'a ilişkin alınan kararların hakkaniyetli bir yaklaşım içermediğini vurgulayan Çelik, şunları söyledi:
"Yine KKTC'ye karşı, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı dengeli bir yaklaşım yerine, Rum ve Yunan tezlerinin bire bir ifadesinden başka bir şey değil. Dolayısıyla AB adadaki gerçekleri bu zirve kararlarıyla bir kez daha görmemiştir. AB'nin adadaki gerçeği görmesi gerektiğinin ve orada KKTC diye Rumlarla eşit statüyü paylaşan bir devlet ve toplum olduğunun altını bir kez daha çiziyoruz. Ayrıca, 18 Mart Mutabakatının da tüm yönleriyle ele alınması gerekir, herhangi bir şekilde parçalı bir yaklaşım ortaya konulmaması gerekir."
Çelik, BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi üyeliğine Türkiye'nin adayı olan Doç. Dr. Gün Kut'un tekrar seçildiğini anımsatarak, Kut'un 145 oy almasının Türkiye'nin ırk ayrımcılığı konusundaki duruşunun itibarı açısında son derce önemli olduğunu dile getirdi.
Afganistan'da Kabil Havalimanı misyonuna dair Türkiye'nin yürüttüğü müzakerelerin çok istismar edilen bir konu olduğunu ifade eden Çelik, birçok muhalefet partisinde geçmişte diplomatlık görevi yapmış kişiler olduğunu hatırlattı.
Türkiye'nin geçmişten bugüne NATO bünyesinde Afganistan'da muharip olmayan bir unsur olarak faaliyetlerinin devam ettiğini dile getiren Çelik, bu çerçevede Kabil Havaalanı'nın güvenliği ve işletilmesinin NATO Kararlı Destek Misyonu kapsamında 2013'ten beri Türkiye tarafından yürütüldüğünü, bunun yeni bir durum olmadığını kaydetti.
NATO'nun Afganistan'dan geri çekilmesiyle bunun gündeme geldiğini belirten Çelik, "Türkiye burada sanki bir güvenlik açısından taşeronluk yapacakmış gibisinden yanlış, yakışıksız ve uygunsuz ifadeler de kullanılıyor." dedi.
Bu konuda kararın verilmediğini, istişarelerin devam ettiğini aktaran Çelik, Türkiye'nin bu konuda misyon üstlenmesi halinde finans, lojistik ve güvenlik konularında uluslararası toplumun güçlü ve güvenli desteğine ihtiyacı olduğunu vurguladı. Çelik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın NATO zirvesi bağlamında yaptığı görüşmelerde bunu söylediğini ve ABD ile 24-25 Haziran'da en son görüşmenin yapıldığını, konuya ilişkin değerlendirmenin devam ettiğini bildirdi.
Afgan hükümetiyle bir yasal zeminin oluşturulması, hukuki düzenlemelerin yapılması gerektiğini ifade eden Çelik, bunun Türkiye'nin çok yönlü değerlendirdiği bir konu olduğunu söyledi. Çelik, Türkiye'nin Afgan halkına öteden beri destek verdiğini belirtti.
O bölgenin hassasiyetlerini, oradaki kardeşlik havasını koklayan tek askeri unsurun Türk askeri olduğunu dile getiren Çelik, şöyle devam etti:
"Bu bizim Afganistan'ın birliğinin tesisine, Afgan halkının onurlu, hür bir geleceğe kavuşmasına dönük olarak desteğimizin de ifadesidir. Bunlar milli güvenliğimiz açısından önemlidir dediğimizde birileri sadece haritada gördüğü birtakım mesafelere bakarak analizler yapıyor. Halbuki Türkiye'ye kuzey ve doğudan gelen göç tehdidine karşı Afganistan'ın istikrarlı olması bizim için çok önemlidir. Çünkü Türkiye Afganistan üzerinden gelen kanun dışı göçle hem kuzeyinden hem de doğusundan bir tehditle karşı karşıya kalıyor. Afganistan'daki istikrarsızlık uyuşturucu tacirleri açısından maalesef elverişli bir ortam oluşturuyor. O elverişli ortam üzerinden Türkiye yine kuzeyinden ve doğusundan bu uyuşturucu ticaretiyle ilgili tehditle karşı karşıya kalıyor. Bunların hepsi milli güvenliğimiz açısından önemli unsurlar. Afgan halkına olan desteğimizin aynı güçle sürmesi tarihten gelen ilişkilerimiz açısından son derece önemlidir."
"CHP'de özür dileyebilen öz güvenli kimseler vardı"
Çelik, açıklamasının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
"Katarlı gençlere Türkiye'de sınavsız tıp eğitimi hakkı verildiği" iddiasına ilişkin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun paylaşımıyla ilgili soruya Çelik, şu yanıtı verdi:
"Yakın zamana kadar, 2-3 yıl öncesine kadar bile bu tip bir şey söz konusu olduğunda, CHP'de bir yanlışlık yapıldığında ya da CHP'den bir arkadaşımız bu şekilde bir gerçek olmayan bir haberin peşine takılıp da karşı tarafla ilgili bir yargılamada bulunduğunda ve bunun gerçek olmadığı söylendiğinde geçen dönemlerde CHP'de özür dileyebilen, bununla açık şekilde yüzleşebilen öz güvenli kimseler vardı. Daha demokrat kimseler zaman zaman olabiliyordu. Fakat bir şey söyleniyor, bunun yalan olduğu ortaya çıkıyor, önüne koyuluyor, hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar. Birilerinin dediği gibi sürekli bu yalanı tekrarlayarak bir sonuç alabileceklerine dair bir yaklaşım içinde olduklarını görüyorum. Bunu son derece tehlikeli buluyorum.
Bu kadar yaşı olan bir parti, bu kadar deneyimli siyasetçiler yetiştirmiş bir parti Türkiye'de de sayısal olarak ana muhalefeti temsil eden bir parti. Bu haber yalan bir haberdir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin sadece Katar'a özgü yaptığı bir anlaşma değildir. Bu haberin yalan olduğu ilgili site tarafından ortaya koyulduktan sonra 'Özür diliyoruz, haberimizi çekiyoruz.' dendikten sonra ki bu da tebrik edilmesi gereken bir şeydir, yalan haber olduktan sonra bir yayın organının bunu geri çekmesi onun güvenilirliğini artırır."
"Bir de işin psikopolitik bir tarafı da var"
Çelik, haberi yapan siteden alıntılanarak söylenen bilginin yalan olduğunun ortaya çıktığını, buna rağmen yalan söylenmeye devam edildiğini kaydetti.
Siyasetçinin en önemli görevinin topluma doğruyu söylemek olduğunun altını çizen Çelik, muhalefetin en önemli görevinin de denetim görevi yapmak olduğunu söyledi.
Denetim görevi yapılırken doğru bilgilere dayanarak yapmak gerektiğini ifade eden Çelik, Türkiye'nin 1984'ten beri birçok ülkeyle yaptığı protokollerin hepsinde aynı unsurların olduğunu belirtti.
Çelik, bir ülkeyle karşılıklı yapılan anlaşmalarda ortaya konulan işbirliklerinin hepsinin yargılanması halinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin kimseyle işbirliği yapamayacağını kaydetti.
Sözcüsü Çelik, "Siz başka ülkelerden ne alıyorsanız başka ülkelere de onu veriyorsunuz. Karşılıklı olarak ilişkiler bu şekilde gerçekleşiyor. Bu devletler arasında son derece olağan bir şeydir. Bu, yıllardan beri Türkiye Cumhuriyeti devletinin pek çok devletle gerçekleştirdiği protokollerin benzeridir. Bir bu tarafı var bir de işin psikopolitik bir tarafı da var. Anladığım kadarıyla seçmece davranmak istiyorlar. Örneğin ne kadar zulüm yaparsa yapsın Esed rejimiyle muhabbetli bir ilişki gerçekleştirmek istiyorlar ama Türkiye'ye yatırım yapsa bile Katar'a karşı husumet politikası ortaya koymak istiyorlar." değerlendirmesinde bulundu.
"Türkiye'ye birisi yatırım yapmaya kalktığında propagandaya başlıyorsunuz"
Türkiye Cumhuriyeti devletinin çıkarlarının düşünülmesi gerektiğini vurgulayan Çelik, Esed rejimi Türkiye'ye karşı zarar verici, tehdit oluşturan aktiviteler ortaya koyuyorsa Türkiye devletinin yanında olan birinin Esed rejimine karşı olması gerektiğini belirtti.
Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bunlar söz konusu olduğunda bile ne diyorlar? 'Esed rejimiyle oturmak, konuşmak lazım bu meseleleri, çözmek lazım.' diyorlar. Peki Katar bizim ülkemize yatırım yapıyor, Katar her uluslararası planda zor durumda kaldığında Türkiye'nin lehine oy kullanan ülkelerden bir tanesi. Buradaki seçmece mantık. Belli bir politik-psikoloji açısından değerlendirilmesi gereken bir mantık, bu vahim bir mantık. Biz şuna bakarız, Türkiye Cumhuriyeti'ne dost olanla dost oluruz, Türkiye Cumhuriyeti'ne yatırım yapana kolaylık sağlarız. Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmanlık edene düşman oluruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin yatırım ortamını zedelemeye karşı olanlara da karşı bir duruş gerçekleştiririz. Bizim baktığımız yer Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarları, hak ve menfaatleri olmalıdır. Türkiye'nin hak ve menfaatlerini tehdit edene karşı muhabbetli bir ilişki geliştirmeye çalışıyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti'ne birisi yatırım yapmaya kalktığı zaman hemen propagandaya başlıyorsunuz."
"Bunlar vahim sonuçlar doğurabilecek sıkıntılı yaklaşımlar"
"Öğrenci yurdundan çıkan silahlar" başlıklı habere ilişkin soru üzerine Çelik, Suriye'ye, Libya'ya yapılan yardımlar meselesinde de benzer kara propagandalarla karşılaştıklarını belirtti.
Çelik, "Bunlar çok hassas meseleler. Geçmiş zamanlarda Türkiye'de büyük krizler çıkarıldı bu tip yanlışlar üzerinden. Burada yapılması gereken bir, her zaman denir 'Basın demokrasinin dördüncü kuvvetidir.' Basın demokrasinin dördüncü kuvveti olmakla vesayetin birinci kuvveti olmak arasında çok gidip gelmiştir Türkiye'de. Bir zamanlar Türkiye'deki vesayetin birinci kuvveti basındı." diye konuştu.
Çelik, "Birincisi, bu kadar kolay, suçlayıcı haber nasıl yapılıyor? İkincisi, özür dilenmesi lazım. Üçüncüsü de bir daha bunların yapılmaması için ne tür tedbirlerin alındığının açık şekilde paylaşılması lazım. Bunlar vahim sonuçlar doğurabilecek son derece sıkıntılı yaklaşımlar. Eğer Kadın ve Demokrasi Derneği güçlü bir açıklama yapmasa sesini duyuramasa bugün sosyal medya olmasa yapılan haber kişileri ne kadar zor duruma düşürecek." dedi.
Çelik, geçen gün iki milletvekilinin ve birkaç gazetecinin Twitter'dan "Siz bir açıklamanızda her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına 5 bin lira verildi demişsiniz. Bana gelmedi. Bunlar nerede?" ifadesini kullandığını anlatan Çelik, bu yalanlar üzerine bir açıklama yaptığını söyledi.
Kesinlikle böyle bir ifadelerinin olmadığını dile getiren Çelik, salgın döneminde vatandaşlara ve sektörlere verilen yardımları da paylaştıklarını kaydetti.
Fatıma Gülhan Kavakcı'nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesinde tercümanlık yapması konusuna getirilen eleştirilere yönelik soru üzerine Çelik, bunun Türkiye'nin üzücü meselelerinden olduğunu söyledi.
Kavakcı'nın yaptığı iş için eğitimi ve kişisel nitelikleri açısından son derece yeterli olduğunu, işini de başarıyla yaptığını aktaran Çelik, "Cumhurbaşkanımız da açıkladı, yaptığı işe hakimiyeti yabancı devlet başkanları tarafından da takdir gören bir arkadaşımız." diye konuştu.
"Nesiller değişiyor, bunların nefret duygusu bir türlü değişmiyor"
Fatıma Gülhan Kavakcı ve kardeşinin çocukluklarından beri linç kampanyasına uğradığını dile getiren Çelik, "Bu linç kampanyasını yapanların, bu çocuklara annelerinin kılık kıyafeti, kendilerinin kılık kıyafeti üzerinden linç yapma konusunda ne büyük bir iştahları varmış, bu nasıl bir nefretmiş ki yani nesiller değişiyor, bunların nefret duygusu bir türlü değişmiyor. İnsanda biraz vicdan olsa, biraz izan olsa, genç bir kızı yaptığı işin niteliğini bilmeden, onun eğitimini bilmeden, üstelik de büyükelçi sıfatını geçmişte taşıyan bir milletvekili yapıyor bunu, bu işlerin nasıl olduğunu bilen, yani onlar o işler orada o görevi yapacak kişinin nitelikleri kolay belirlenmiyor, nihayetinde devlet görüşmesidir." değerlendirmesinde bulundu.
Çelik, Kavakcı'nın yaptığı işin niteliklerine haiz ve devlete hakkıyla hizmet eden biri olduğuna işaret ederek, "Linç kampanyasına nesilden nesile, anneden kızlarına doymayanların vicdansızlığı artık kendilerinin etiketi olarak kendilerine aittir deyip onları kendi hallerine bırakıyoruz." dedi.
"Sadece tercüman biliyor Cumhurbaşkanının ne konuştuğunu. Bunlar devlet meselesidir, devlet sırrıdır." denildiğini söyleyen Çelik, "Halbuki bilinir bunlar. Bazen biz isteriz, bazen karşı taraf ister, liderler baş başa görüşürler. Mesela bu görüşmelerin zannediyorum hemen hemen hepsinde karşı taraf Cumhurbaşkanımızdan istemiştir, yani Miçotakis görüşmesi, Macron görüşmesi... Bazen de biz isteriz. Belli meselelerin liderler arasında konuşulması ve daha sonra heyetler arası görüşmeye geçerken liderlerin belli mesafeler kat etmiş olmaları önemlidir. Bu görüşmelerin birçoğunda da öyle olmuştur." diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden'ın görüşmelerini hatırlatan Çelik, önce baş başa görüşmenin olduğunu daha sonra heyetler arası görüşmeye geçildiğini, bu görüşmede her iki tarafın konuşmak istediği bütün konuların tek tek üzerinden geçildiğini ifade etti.
Çelik, "Bunların hepsi devletin kayıtlarına girer. Cumhurbaşkanımız zaten bu konularda çok hassastır. Devlet kaydına girmeyen herhangi bir şey olmaz. Burada büyükelçilik yapmış, geçmişte diplomatik görev almış kişiler de bu işlerin formatının nasıl olduğunu bilirler. Sadece tercüman biliyormuş, devlet bilmiyormuş, devletten saklanıyormuş... Hayatında bir kere bir müzakereye girmiş olan, bir kere yabancı devlet görüşmesine girmiş olan bir kişi bu cümlenin altının boş olduğunu bilir." değerlendirmesinde bulundu.
"Bilgisizlikle ilgili bir şey"
Bu tür görüşmelerin Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve benzeri ilgili birimlerin hepsine kendi görev alanlarına giren konuları tespit edip onları takip etmesi için dağıtıldığını dile getiren Çelik, "Bunlar çok bilinen şeyler ama maalesef bu kadar berrak şeyler konusunda bile sanki ilk defa yapılıyormuş, sanki çok gizemli bir şey yapılıyormuş gibisinden bir hava oluşturulduğunu gördük. Maalesef o da üzüntü vericidir. Bilgisizlikle ilgili bir şey." dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan için "Milli güvenlik sorunu" ifadesini kullandığı hatırlatılarak, "Bu açıklamadan birkaç gün sonra da Amerika'da Türk Demokrasi Projesi adı altında bir dernek kuruldu. Bu derneğin kuruluş bildirgesinde de hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Türkiye hedef alındı. Bu gelişmeleri nasıl değerlendirirsiniz?" şeklindeki soru üzerine Çelik, şunları söyledi:
"Türkiye'deki bir siyasi partinin, devletin Cumhurbaşkanı'na karşı 'Milli güvenlik sorunudur' ifadesi kullanması şuursuz bir ifadedir, yakışıksız bir ifadedir. İster beğenin ister beğenmeyin, ister benimseyin ister benimsemeyin, ister siyasi ve ideolojik görüşünüze yakın bulun ister bulmayın, bahsettiğiniz makam Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet başkanlığıdır, Türkiye Cumhuriyeti'nin ordularının Başkomutanıdır. Onu 'Milli güvenlik sorunu' olarak nitelediğiniz andan itibaren aslında kendi görev yaptığınız zemindeki meşruiyet alanına da zarar vermiş olursunuz."
Siyasi mücadeleyi siyasi rekabet düzeyinde ele almak gerektiğine vurgu yapan Çelik, şöyle devam etti:
"Bunu siyasi rekabetten çıkarıp da siyasi husumet düzeyine getirdiğiniz andan itibaren kim bunu siyasi husumet düzeyine getiriyorsa aslında kendi meşruiyet alanını zedeler, birincisi bu. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet başkanına ister benimse ister benimseme, istediğin siyasi eleştiriyi getir, ahlaki olarak yoldan çıkmadığı müddetçe, hakaret olmadığı müddetçe, ama tutup da 'O bir milli güvenlik sorunudur' dediğinizde bu izansız ve yakışıksız bir ifade olur, hiçbir gerçeğe de uymaz. Cumhurbaşkanımızın, Türkiye'nin hak ve menfaatlerini korumak, Türkiye'nin milli güvenliğini muhafaza etmek, Türkiye Cumhuriyeti'nin şan ve şerefini korumak konusunda gecesini gündüzüne katan nasıl bir mücadele verdiğini, ona alenen dışarıda, dış dünyada düşmanlık yapanlar bile teslim etmektedir. Dolayısıyla kendilerinin 6 aylık mesaisi Cumhurbaşkanımızın 1 günlük mesaisi olmayanlar bu çalışmayı ölçebilecek durumda değiller."
"Think tank" kuruluşlarının araştırma yapmak üzere kurulduklarını anımsatan Çelik, "Fakat bunun bir 'think tank' olmadığı, bunun güdümlü bir oluşum olduğu şuradan belli, daha ilk maddesinde diyor ki 'Türkiye'deki otoriterlikle ve Türkiye'deki diktatörlükle mücadele etmek'. Demek ki bu bir 'think tank' değil, bu başka bir organizasyon." dedi.
Kuruluşun içinde eski ABD Başkanı George Bush'un kardeşi Jeb Bush ve eski Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton gibi isimlerin bulunduğuna işaret eden Çelik, "Bolton'ın yazdıklarından da Türkiye'ye karşı iyi duygular beslemediğini biliyoruz. Fakat bu işin diğer yarısında Fetullahçı Terör Örgütüne yakın kimseler var, onun da oradan mensubu olan kimseler var." diye konuştu.
Jeb Bush'un ABD'de önemli görevlerde bulunduğunu anımsatan Çelik, şöyle devam etti:
"(Bush'un) Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunduğu görevler aynı şekilde Bolton'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak yaptığı görevler onların böylesi bir organizasyondan uzak durmak konusunda hassas olmalarını gerektiriyor. Onlar başka bir 'think tank' kurabilirler, başka şey yapabilirler, Türkiye'ye karşı bir şey söyleyeceklerse biz de cevabını veririz ama bu kişilerin Amerika Birleşik Devletleri'nin çeşitli makamlarında görev yapmış, önemli görevlerde bulunmuş bu kişilerin Fetullahçı Terör Örgütünün mensuplarıyla Türkiye karşıtı bir organizasyonda yan yana gelmesini son derece yadırgatıcı buluruz. Kendilerine tavsiyemiz, kendilerini Fetullahçıların içinde bulunduğu bu organizasyondan ayrıştırmalarıdır. Bu çünkü kesinlikle bir 'think tank' kuruluşu olmayacaktır bir kara propaganda merkezi olacaktır. O görevleri yapmış kişilerin de bu kara propaganda merkezinin içerisinde bulunmasını biz kesinlikle arzu etmeyiz."
Çelik, normalleşme sürerken tedbirlere uyulması tavsiyesinde bulunarak, "Aşı randevularına da zamanında gitme konusunda bakanlık, Bakanımız sık sık açıklama yapıyor. Aşıların heba olmaması lazım, aşı zor bulunuyor, her bir aşının heba olması başkalarının hakkının yenmesi anlamına geliyor. İnşallah bu süreci hep beraber birlik, bütünlük içerisinde sağlıkla atlatalım diyoruz." ifadelerini kullandı.